tema ekle


   
  <meta content="0;URL=http://www.kabakinim.com" http-equiv="refresh" />
 

 



24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN 
Değerli Öğretmen arkadaşlarım, Eğitimi, milletçe var olmamızın ve geleceğimizin en başta gelen teminatıdır. Eğitimin en önemli unsuru ise öretmendir. Çünkü; en güzel varlık olarak yaratılan insan kendisine bir şeyler veren insanlar eliyle, gerçek kimliğine kavuşur. Öğretmen insanın en değerli varlık olduğuna inanmış, bilimsel düşünce gücüne sahip, mesleğinin inceliklerini kavramış, rehberlik yapabilen, insan ilişkilerini geliştirebilen, toplumsal değerlerini koruyan, hoşgörü sevgi ve bilgi kaynağıdır. Eğitimin kendisine has özelliğinden dolayı şu ana kadar öğretmenin yerine ikame edebilecek bir mekanizma bulunamamıştır. Çağın akıllara durgunluk veren ileri teknoloji çok şeyler üretiyor ama bu teknoloji öğretmenin yerine geçerek karşısındakine, dinleyenini ne bazı şeyler veremiyor. İşte bu bazı şeyler; sevgidir, manevi değerdir, ahlâktır, şereftir, insanı insan yapan, maddeden ayıran asli unsurlardır. Bundan sonra da öğrenciye karşı sevgi, hoşgörü ve anlayış göstermede siz sevili öğretmenlerin yerini alabilecek bir gücün olabileceğini sanmıyorum. Bu güne kadar olduğum gibi bundan sonrada Türk Milleti’nin istikbâli için genç nesilleri en iyi şekilde yetiştirelim. Unutmayalım ki güçlü milletlerin güçlü öğretmenleri vardır. Milletleri yaşatan, ayakta tutan önemli unsurların başında, o milletin moral değerleri ve gelenekleri gelir. Atatürk’ün Baş Öğretmenliğini yaptığı öğretmenlerimizin 24 Kasım ÖĞRETMENLER GÜNÜ olarak kutlamaları geleneğini artan bir coşkuyla kutlayacağımız önemli geleneklerimizden biri olmuştur. Bu vesile ile tüm öğretmenlerin 24 Kasım ÖĞRETMENLER GÜNÜ gününü kutlar mesleklerinde ve gelecek yaşamlarında başarılar dilerim. Saygılarımla...19/11/2008 
A.Vahap ÖZKAYA


not:lütfen sonuna kadar okuyun... 
NEDEN BABA 


Yıl 2060 kızım 18, ben 47 yaşındayım... 'Baba bizim bayrağımızda sizin zamanınızda Ay-yıldız varmış neden şimdi haç işareti ve anlamını bilmediğim renkler var? 2 arkadaş okulda tavan arasında eski bir atlas bulmuştuk, o atlasta gördük daha önce Edirne'den Kars'a kadar Türkiye toprağı imiş, şimdi neden o haritanın 1/5'ine Türkiye diyoruz? Eskiden her mahallede 1–2 cami varken, şimdi neden her ilde bir cami var, dedem bahsetmişti daha önce ezan denen bir şey varmış, günde 5 defa camilerden okunurmuş şimdi bu çan sesleri ne baba? Filistinlilerin zamanında topraklarını parça parça satarak İsrail'in kurulmasına sebep olduklarını hiç mi bir yerde okumadınız da, topraklarımızı sattırıp şimdi bu ufacık alana bizi hapsettiniz? Siz atalarınızdan böyle mi aldınız bu toprakları? emaneti böyle mi korudunuz? Günden güne topraklarımız satılırken siz uyuyor muydunuz baba? Baba küçükken herkesin beni Ayşegül diye çağırdığını hatırlar gibiyim şimdi neden bana Angel diyorlar, beni kulağıma Angel ismini ezanla sen mi söyledin? Bizim evin önünden tanklarla geçen Amerikan askerleri kim baba? Her gün bize hakaret ederek ve sizi her gördükleri ye! rde coplayarak demokrasi! mi getirdiler baba? Bize okulda demokrasinin tanımını daha farklı öğretiler sanki. Elime geçen gün bir kitap geçti baba, senin gençliğinden kalan. Biz Ankara'ya taşınmazdan önce memleketimizin ismi Gaziantep'miş ve 6317 şehit vererek 'Gazi' lik unvanını kazanmış. Neden şimdi oraya kürdistan diyorlar baba. Baba hani sizlere Kürtlerle Türkler kardeştir demişler, peki kardeşlerim neden bizi öldürüp ülkemizde ayrı devlet kurdular. Baba o kitapta Atatürk diye birinden de bahsetmişti. O her kimse 1933'te Bursa'da bir nutuk vermiş, ben şimdi bile ne kastettiğini anlayabiliyorken, sizin gençliğiniz bu kadar mı cahildi de o uyarıları dikkate almadınız? Şimdiki kürdistan toprağında yer alan Süleymaniye'de askerimizin başına çuval geçirmişler ve sen o dönemde gençtin, hiç mi kanın donmadı baba? Neden hesap sormadınız? Bunları görmezden gelen yöneticilerinize? O az önce bahsettiğim Atatürk size bir hitabe yazmış ve sizi hain yöneticilere ve uşaklara karşı uyarmış ve hitabenin sonunda da 'Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur' demiş. Baba kanınız o kadar bozuk mu ki ülkemizi bu hale getirenlerin yakasına yapışmadınız? Baba Türkiyeli ne demek? Biz Türk çocuğu değil miyiz? Soyumuz belli değil mi bizim? O kitapta okumuştum 'Ne mutlu Türküm diyene' yazıyordu. Peki, baba ben neden mutlu değilim? Türküm demek suçsa ve kötü bir şeyse siz eskiden neden söylerdiniz? Baba biz Kurtuluş Savaşı denen bir şey yaşamışız. Kitaba göre dünyanın gördüğü en şanlı savaşmış ve o savaşta 4 milyon şehit vermişiz. Madem bu vatandan bu kadar kolay vazgeçecektiniz de neden o kadar şehit verdiniz? Hiç mi kitap okumadınız? Hiç mi sizi uyaran olmadı, hiç mi göremediniz ülkemizin peşkeş çekildiğini? eğer farkında olduysanız ve duygusuzca evinizde oturduysanız sizin o hainlerden ne farkınız kaldı? Allah'ın huzuruna hangi yüzle çıkacaksınız baba. 'Vatan sevgisi imandandır' diye bir hadis varken hadi diyelim ki Türklüğünüzden vazgeçtiniz bari İslam'ın emrine uysaydınız. Senin eski cd'lerden dinledim baba, bizim de bir İstiklal Marşı'mız varmış. O marşı yanlızca körü körüne mi ezberlediniz? Atalarımız sizi her fırsatta uyarmış, demiş ki 'Ey Türk titre ve kendine dön'. Baba ne zaman titreyeceksiniz? Ankara'yı da kaybettikten sonra mı? Bundan 13 yıl önce titremediyseniz eğer artık hiç bir şey titretemez sizi. Baba sen son bağımsız olan Türkiye Cumhuriyetini gördün.'Ya devlet başa, ya kuzgun leşe' diyebilecek bir Hasan Tahsin, bir Şehit Şahin, bir Sütçü İmam yok muydu aranızda? Yazıklar olsun baba sizin gençliğinize! Bu günleri göreceğime hiç doğmasaydım baba. Türklüğünüzden utanmadınız hiç olmazsa insanlığınızdan utansaydınız baba. Bu vatan göz göre göre altınızdan kayarken hiç olmazsa 



ŞEREFİNİZLE ÖLEMEDİNİZ Mİ? 
HER GÜNÜM CENAZE HER GÜNÜM ŞEHiT 
BUNLARIN SEBEBİ BİR İT OĞLU İT 
UYAN TÜRK EVLADI UYUMA UYAN 
OTUZ KUPONA ALINMADI BU VATAN 
PKK'YA KARŞI BİR DAMLA BİLE OLSA DÜŞMANLIĞIN VARSA BU 
MESAJI HERKESE İLET



"Köylü Milletin Efendisidir" ATATÜRK ve HALİL AĞA 

Yüce önder Atatürk Cumhuriyet'i kurduğu yıllarda devlet işlerinden yorgun düşmüştü. Yeni yönetim biçiminin vatandaşlar tarafından nasıl karşılandığını merak eder olmuştu. Bir gün canı iyice sıkılmıştı. Nuri Conker'i yanına çağırarak: "Gel yardım et bana..Kaçalım köşkten.." Onun bu içtenlikli isteği karşı çıkmak, büyük bir haksızlık olacaktı. "Tamam, sen planı hazırla ben uygulamasını yaparım." Atatürk ve Nuri Conker, birinin hazırladığı, ötekinin uyguladığı plan sonunda Florya Köşkü'nün tüm nöbetçilerini atlatırlar ve köşkten kaçtılar. Altlarında, Nuri Conker'in bir arkadaşının arabası vardı. Eylül sonu akşamı sonbaharın tadını çıkartarak, Çekmece’ye doğru gidiyorlardı. Birden Atatürk'ün gözleri akşam güneşi altında çift süren bir köylüye takıldı. Yaşlı bir adamdı bu. Sapanın sapına iyice yapışmış, toprakları yavaş yavaş deviriyordu. Fakat çifttin bir yanında öküz, bir yanında merkep vardı. Eşit güçle çekilmediği için sapan yalpa yapıyordu. Atatürk şoföre durmasını söyledi. İndiler. Köylüye seslendi: "Kolay gelsin ağa.." Köylü bu sese başını çevirmeden karşılık verdi: "Kolay gelsin." "İşler nasıl ağa? Bu yıl mahsulden yüzünüz güldü mü? Köylü isteksiz konuştu: "Tanrı'nın gücüne gitmesin bey, bu yıl yufkaydı mahsul. Kabahatin acığı bizde, acığı yukarda! Biz geç davrandık, yukarısı da rahmeti esirgedi." "Bakıyorum sapanın bir yanında öküz, bir yanında merkep koşulu. Öküzün yok mu senin?" "Var olmasına vardı ya, hıdrellezde vergi memurları sattılar" "Hiç vergi memurları köylünün üretim aracını satar mı? Olmaz böyle şey! Muhtara şikayet etseydin.." Köylü güldü: "Muhtar başımda deel miydi !? Memurun a bey? Atatürk dudaklarını dişleri arasında ezerek konuştu: "Kaymakama gitseydin." Köylü Halil Ağa iyice güldü. "Sen de benle gönül mü eyleyon beyim?" Dedi. "Kaymakamın haberi olmadan bizim buralardan kuş bile uçmaz." Atatürk konuşmayı sürdürdü: "E peki, İstanbul şuracıkta. Geleydin valiye anlataydın derdini.. Onun işi bu değil mi? Köylü, Atatürk'ün saflığına inanmış, iyiden iyiye gülüyordu. Konuşmanın tadını çıkardığı için keyiflenmişti de biraz. Kestirip attı: "Bırak şu sağarı Allasen, biz onun buralardan gelip geçtiğini çok gördük. Yakasına yapışsak acep derdimizi duyurabilir miyiz? Atatürk sordu: "Adın ne senin ağa?" "Halil… Köylük yerde sorsan Halil Ağa derler.." "Demek varlıklısın?" Ağa dediklerine göre." "Acık çiftimiz – çubuğumuz varken adımız ağaya çıkmış" "Peki, Halil Ağa, senin işin beni bayağı meraklandırdı. Benim bildiğime göre, bir çiftçinin üretim aracı elinden alınmaz. Sen aldılar diyorsun. Hadi kaymakam şöyle, vali böyle diyelim; e peki bir başvekil İsmet Paşa var bilir misin ?" "Bilmez olur muyum beyim?" "Tamam öyleyse hemen her hafta İstanbul'a geliyor.Florya Köşkü'ne iniyor.Köşk de şuracıkta Bir gün kapıda bekleseydin de derdini dökseydin ona.. Herhalde çaresini bulurdu." "Sen benim konuşmamdan hoşlaştın, gönül eyliyorsun. Ama bak şimci, tutalım gittim vardım, beni o kapıya koymazlar ya..Tutalım ki koydular, koskoca İsmet Paşa'mızı göstermezler ya. Tut ki gösterdiler ya ona halimi nasıl yanacağım hele; o sağarın sağarı! Heç işitmez beni.." Nuri Conker lafa karışmak istedi. Atatürk bir hareketiyle onu durdurdu. "E peki bakalım bu dediğime ne bulacaksın?" dedi. Atatürk koca yaz şuracıkta oturup duruyordu. Gitseydin, çıksaydın önüne, anlatsaydın halini. O da seni yüzüstü bırakacak değildi ya !.. Köylü iyice keyiflenmiş, gülüyordu: "Sen nediyon bey?"dedi. Mustafa Kemal Paşa Atatürk'ümüzün yüzünü görmek için peygamber gücü gerek… Hem, tut ki gördük. Yiyip içmekten, işinden gücünden başını kaldırıp bizim öküzün arkasından mı seyirecek?.." Halil Ağa, sigarasının son nefesini ciğerlerine doldururken, Atatürk'ten yeni aldığı sigarayı da kulağının arkasına yerleştiriyor, çiftinin başına gitmeye hazırlanıyordu. Konuşacak bir şey kalmamıştı. Atatürk köylünün omzuna elini koyarak, "Senden hoşlandım Halil Ağa" dedi. Bir gün köyüne de gelir, bir ayranını içerim. Açık yürekli bir vatandaşsın. Ama yine de sana söylüyorum hakkını kimsede bırakma ara" Döndüler, arabaya bindiler. Halil Ağa onları uğurladı. "Meraklanma beyim, eyvallah heç kimse bizim hakkımıza el değdiremez. Fakat bu, Baba'ya borçtur.Ödenmesi gerek.." Otomobil hareket etti. Atatürk'ün canı sıkılmıştı. "Bir uygun yerde dönelim, tadı kaçtı bu işin!.." Dedi. Dönüş yolunda Atatürk konuşmuyor sigara üstüne sigara yakıyordu. Yüzünde ince bir keder vardı. "Yahu çocuk, şu Halil Ağa'nın vergi borcundan öküzü satmışız, merkeple çift sürüyor, hala da "Devlet Baba" diyor. Ne mübarek millet, bu millet.." Köşke döndüklerinde Atatürk yaverine emretti: "Şimdi; İstanbul'da ne kadar bakan, milletvekili varsa hepsini telefonla bulacaksın!.. Bu akşam kendilerini yemeğe bekliyorum. Ayrıca Vali Muhittin Üstündağ ile İsmet Paşa'yı bul, onlara da haber ver." Yaver odadan çıktı. Atatürk, Nuri Conker'e döndü: "Şimdi sende arabayla çıkıp o Halil Ağa'ya gideceksin. Ona benim kim olduğumu söyleme. Tüccar, zengin bir adam filan dersin."Seni sevdi, sana öküz alıverecek" diye bir şeyler söyle, kandır. Kuşkulandırmadan al getir buraya." O akşam Atatürk'ün sofrasında Başbakan İsmet İnönü, bakanlar, milletvekilleri ve İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ'dan oluşan yirmibeş konuk vardı. Atatürk, " Bu akşam soframıza efendimiz gelecek" dedi. "Kendisine nasıl davranacağınızı çok merak ediyorum." Bir süre sonra içeri başyaver girdi ve Atatürk'ün kulağına bir şeyler söyledi. Atatürk "Buyursun!" dedi. Başyaver kapıyı açıp da Halil Ağa, gündüz konuştuğu beyin sofranın başında oturduğunu, yanı başında da İsmet Paşa'nın yer aldığını görünce, şaşkınlıktan dona kaldı. Dizlerinin bağı çözülmüştü. Atatürk onu görünce ayağa kalktı. Arkasından tüm konuklar da ayağa kalktılar. Atatürk son konuğunu, "Hoş geldin Halil Ağa" diye karşıladıktan sonra kendisini sofradaki konuklarına tanıttı: "İşte beklediğimiz efendimiz" dedi. Nuri Conker, Halil Ağa'yı Atatürk'ün sağ başına oturttu, kendiside yanındaki sandalye ye geçti. Atatürk sofradakilere, o gün köşkten nasıl kaçtığını, Halil Ağa'yı bir yanında öküz, bir yanında merkeple çift sürerken nasıl gördüğünü, sigara yakmak bahanesiyle nasıl kendisi ile konuştuğunu ayrıntılı bir biçimde anlattıktan sonra şöyle dedi. "Şimdi gerisini Halil Ağa ile birlikte yanınızda tekrarlayacağız. Ben sorduklarımı baştan soracağım, Halil Ağa da orada bana söylediklerini olduğu gibi tekrarlayacak." Halil Ağa'ya döndü: "Bak beri Halil Ağa" dedi."Sen benim bu akşam başmisafirimsin. Senin açık sözlülüğünü pek çok beğendiğimi bugün söyledim. Konuşmamızdan sana hiçbir zarar gelmeyecek. Öküzü de alacağım. Ama şimdi ben tarla da sorduklarımı baştan soracağım, sende orada söylediklerini aynen tekrarlayacaksın. İşte soruyorum:" "Bakıyorum sapanın bir yanında öküz, bir yanında merkep koşulu. Öküzün yok mu senin?" Halil Ağa dudakları titreyerek Atatürk'ün ayağına kapanacak oldu. Atatürk önledi: "Yoo, bak böyle şey istemem. Soruyorum cevap ver." Soru cevap valiye kadar aynen tekrarlandı. Sofradakiler, soluk almadan konuşmayı izliyorlardı. Ürkütücü sorulara gelmişti sıra. Atatürk sordu. "Peki, İstanbul şuracıkta, gideydin Valiye, anlataydın derdini… Onun işi bu değil mi" Vali Muhittin Üstündağ Halil Ağa'nın ancak iki metre ötesinde kendisine bakıyordu. Nasıl desin? Ter basmıştı iyice, işi savuşturmanın yoluna kaçtı: "Vali paşamızı biz görüp dururuz buralarda. Eteğine düşsek derdimizi duyurabilirmiyiz ki…" "Olmadı bu, Halil Ağa!.. Bana dediğin gibi dos doğru… "Böyle demedik mi beyim ?.." "Ya, ben mi yanlış anladım?.." "Dur soralım bakalım Nuri'ye. Nuri, böylemi dedi bize Halil Ağa?" Nuri Conker karşılık verdi: "Hayır Paşam!.." "Gördün mü?.. Demek aklında yanlış kalmış. Hani bir şey dediydin sen vali neden duymazmış?.. "Aynen bana söylediğin gibi söyle" Halil Ağa kekeleyerek konuştu: "Köylük yerinde bizim dilimiz sağar demeye alışmıştır. Paşam" dedi."Kusura kalma gayri".. "Diplomatsın ki yaman diplomatsın, Halil Ağa… Ama şimdi diplomatlık sırası değil, doğru konuşacağız… Söyle bana, orada dediğin gibi…" Halil Ağa gözünü yumup başını yere eğdi. "Şaşırmıştım, ağzımdan yanlışlıkla "Bırak bu sağarı" diye bir laf kaçırmıştım…" Sofrada gülüşmeler başlamıştı. "Hadi bunu da oldu diyelim. Geçelim gerisine: E Peki, bir Başvekil İsmet Paşa var, bilir misin?" Halil Ağa, İsmet Paşanın yüzüne baktı ve gözlerini yere indirdi: "Şanlı İsmet Paşa'mız bilinmez olur mu? O bugüne bugün.." Atatürk, Halil Ağa'yı durdurdu. "Bırak şimdi övgüleri" dedi."Ben şimdi gerisini getireyim: Tamam öyleyse, hemen her hafta İstanbul'a geliyor, Florya Köşk'üne iniyor, köşkte şuracıkta. Bir gün kapıda bekleseydin de derdini dökseydin ona. Herhalde bir çaresini bulurdu." Halil Ağa yine kaçamak yanıt verdi. "Kapıya koymazlar bizi, koysalar da şanlı paşamıza öküzümüzü mü yanacağız!... Atatürk'ün sesi iyice sertleşti: "Beni uğraştırma, Halil Ağa"dedi. Erkek adam sözünü yalamaz, ne dediysen,tıpkısını tekrarlayacaksın!.. Halil Ağa ürktü, toparlandı. Başını yine yere gömüp konuştu. "Şanlı paşamıza da sağar dedik ya.." "Yalnız sağar değil, sağarın sağarı" değil miydi?" Halil Ağa yere eğik başını acıyla salladı. "Öyle dedikti paşam, doğrusun!" diyebildi. Atatürk İsmet Paşa konusunda daha fazla ısrar etmedi, sözü kendine getirdi: "Son soruyu sorayım şimdi" dedi "Bununda karşılığını ver, öküzünü al git." "Koca yaz şuracıkta Atatürk oturmuyor mu? Gitseydin, çıksaydın önüne, anlatsaydın halini o da seni yüzüstü bırakacak değildi ya? "Hiç bırakır mı aslan paşam benim!... Erip erişir de tarlama dek gelir halimi dinler." "Bırak bunları Halil Ağa dediğini tekrarla." Halil Ağa birden diklendi. Her şeyi göze almış insanların yiğitliği içinde doğruldu. Atatürk'ün gözlerinin içine bakarak konuştu: "İşte bunu demem paşam!" dedi."Ağzıma ateş doldur, işte bunu demem!" Atatürk gülmeye başladı: "Zorlatacak bizi bu Halil Ağa laf anlamıyor" dedi."Mustafa Kemal Atatürk'ümüzün yüzünü görmek için peygamber gücü gerek demiştin, yanılmıyorsam. Görsem de işinden gücünden, yiyip içmekten başını kaldıracak da bizim öküzün arkasından mı seyirtecek demiştin". Halil Ağa'nın gözlerinden yaşlar inmeye başladı. Taş kesilmiş, duruyordu. Atatürk konuşmasını içtenlikle sürdürdü: "Atatürk de işi içkiye vurmuş, sarhoşun biri demesine getirdin ya fazla üstelemeyelim" dedi. "Şimdi bak beni dinle, Halil Ağa… "Seni şu kadar üzmemin sebebi, şunu anlatmak içindi: Şu gördüğün altı bay, hükümet… Yani, biri başbakan, ötekilerde bakan! Memlekete göz kulak olacak, işleri evirip çevirecekler diye bu makama getirilmişler. Bir kanun gerekti mi? bu baylar hemen sıvanırlar, İsviçre'den mi olur, Fransa'dan mı, velhasıl neredense, bir kanun buluşturulur, Türkçe'ye çevirtirler, sonra basıp imzayı göndeririler. Büyük Millet Meclisine… Bu millet Meclisi dediğin, şu alt baştan senin yanına kadar olan beyler. Kanun bunlara gelir. Bunlarda Hükümet elbette incelemiş,gereğini düşünmüştür,benim ayrıca zorlanmama gerek yok derler ve kaldırırlar parmaklarını, olur sana bir kanun!.. Ama sonra bir vergi memuru gelir vergi borcundan Halil Ağa'nın öküzünü çeker satar… Halil Ağa da tarlasını bir yanda merkeple, bir yanda öküz, ırgalana ırgalana sürmeye çalışır. Ama üretim düşermiş, ekin zorlaşırmış kimin umurunda… Sonra ben bunları görürüm, içim kan ağlar, işitirim tasalanırım! E.. hakça söyle bakalım Halil Ağa..Sen benim yerimde olsan,efkar dağıtmak için,bunları bu beylerle konuşmak için içmez misin? Ama sonra da Halil Ağa tutar, sana Sarhoş der…" Halil Ağa'nın dili çözülmüştü: "Öyle diyen yok haşa!... Dinden çıkmak gibidir… Buldun mu bunu hacısı da içer, hocası da içer…" Peki, sende içer mi sin? "Hiç bulunurda içilmez olur mu paşam?.. İçeriz ki tıpkı şerbet gibi!.. Atatürk hizmet edenlere işaret etti. Kadehleri doldurttu. Kendi kadehini Halil Ağa'ya uzattı. "Hadi bakalım Halil Ağa" dedi. "Sağlığına içelim ." ……………… Daha sonra Halil Ağa köyüne dönmek için müsaade ister. Atatürk Nuri Conker'e İşaret eder. Halil Ağa önce Atatürk'ü daha sonrada salonda bulunanları selamlayarak salondan ayrılır. Atatürk sofradaki öteki konuklarına döndü: "Efendimizin halini gördünüz mü? Beyler" dedi. "Devlet size böyle davransa siz ne yapardınız? Mübarek millet bu, adam millet bu… Şimdi bu adam milletin karşısında adam olmak bize düşüyor!.." Sofrada kesin bir sessizlik vardı. Kimse gözlerini Atatürk'ten ayıramıyordu: "Halil Ağa'nın öküzünü satıp, üretimini aksatan kanunu ya biz yaptık yada bizim yaptığımız kanun yanlış yorumlanarak Halil Ağa'nın öküzünü satıyor. İkisi de bence birbirinden farksız… Böyle bir kanun yaptıksa, memleket çıkarlarına aykırıdır. Nasıl yaparız nasıl yapmışız bunu? Eğer yaptığımız kanun doğru da yorumlanması yanlış oluyorsa, o zaman sormak lazım: Hükümet nasıl bir yöntem içindedir. Sonra unutmayın ki olay İstanbul'da geçiyor. Bunun Van'ı var, Bitlis'i var, kıyı bucak ilçesi var. Acaba oralarda neler oluyor? BU ÇARK İYİ DÖNMÜYOR BEYLER!... T.Fikret BİLGİN Kaynak : İsmet Bozdağ"Atatürk'ün Fikir Sofrası" A.Vahap ÖZKAYA

 

 


PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.) VASİYETİDİR!
 BİSMİLLAHİRRAHMANIRRAHİM
 
Medine-i Münevvere'de Türbe-i Şerif Hatibi Şeyh Ahmet Diyor ki: 'Vallahülazim bu vasiyetnamede zerre kadar yalan yoktur'. Bir cuma gecesi namazımı eda edip uyumaya varmıştım. Harem-i Şerif tarafından; 'Ya Şeyh Ahmet' diye bana bir nida geldi. 'Lebbeyk Ya Rasullallah' deyip Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in şahsını gördüm. Rasullallah (s.a.v.) efendimiz şöyle devam etti: Ya Şeyh Ahmet!... Allah-ü Teala huzurunda yüzüm kalmadı. Sana haber veriyorum ki, geçen cumadan bu cumaya 16000 kişi öldü. İçlerinden bir tek Müslüman çıkmadı. Gelenlerin amel defterlerini kara ve sol elinde gördüm. Ya Şeyh Ahmet!... Evvela ana ve babalarına asi oldular ve zekatlarını men ettiler. >Hacı olup haram yemeyi adet ettiler. Herkes nefsinden başka bir şey düşünmedi. Yüzlerinde haya kalmadı. Dünya malı ile nasip olan tartılarına hıyanet etmeyi adet ettiler. Ya Şeyh Ahmet!... Benim ümmetlerime haber eyle 'Yaptıkları günahlardan tevbe ve istiğfar etsinler,namaz kılsınlar, zekat vermesini adet etsinler.' Ya Şeyh Ahmet!... Ümmetlerime haber eyle, 'Kıyamet alametleri zuhur ediyor. Hak Teala' ya asi olmasınlar. Çok yakın bir zamanda, 3 gece güneş tutulacak. 3 günden sonra mağribten doğup, maşrıka batacak. Kuran-ı Kerim insanların gözüne gözükmeyecektir. Ümmetime söyle günahlarına tövbe etsinler. >Yakın bir zamanda İsa (a.s.)'nın inmesi zuhur edecek.' Ya Şeyh Ahmet!... Ümmetlerime haber eyle, 'Kudret kalemiyle her kim bu vasiyetnameyi bir köyden bir köye,bir kazadan bir kazaya, bir ilden bir ile, bir devletten bir devlete gönderirse Huzur-u Mahşerde günahları affedilir. Hazret-i Muhammed Mustafa (s.a.v.)'yı Şahsı ile görmüş olur. Kim vasiyetnameyi işitipte yazmazsa, bir köye veya bir başka yere göndermezse, yüzü kara ola.' Türbe-i Şerif'in Hatibi Şeyh Ahmet 3 defa yemin edip, 'Vallahülazim bu vasiyetnamede yanlış bir bilgi verirsem, bu dünyadan öbür dünyaya imansız gideyim' dedi.


HAYATIN GERÇEKLERİ 
Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını;zamanın bir nehir, kendisinin bir sel olup da, O dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı. Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler, her akşam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa, değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri; küçük şeylerle başlamalı belki, Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce,değerli olabilmeli hayat! İlla büyük acılar çekmemeli,küçük mutlulukları fark etmek için! Başkasının yerine koyabilmeli kendini; ağlayan birine "gül", inleyen birine "sus" dememeli! Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli! Şu; adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı;sevgisiz, soysuz kalarak! Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden, derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine... Güneşin doğuşunu seyretmeli arada bir, seher yeli okşamalı saçlarını... Karda, yağmurda;sevincine, coşkusuna; fırtınada boranda; öfkesine,isyanına ortak olabilmeli doğanın! Bir çocuğun ilk adımlarında umudu; bir gencin düşlerinde geleceği; bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli! Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi, mutlu etmeden mutlu olmayı beklememeli! Ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı;bir fırsat yaşamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için;kaçırmamalı! Çünkü; hiç düşmemişsen, el vermezsin kimseye kalkması için, hiç çaresiz kalmamışsan,dermanı olamazsın dertlerin; ağlamayı bilmiyorsan,neşesizdir kahkahaların; merhaba dememişsen,anlamsızdır elvedaların... Ne, herkesi düşünmekten kendini, ne; kendini düşünmekten herkesi unutmamalı! Bilmeli; çok kısa olduğunu hayatın; hep vermek ya da hep almak için... Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil,söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli! Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere... Hafızası olmalı insanın; hiç değilse, aynı hataları,aynı bahanelerle tekrarlamaması için! Soruları olmalı,yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak! Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak! Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi; ama,kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki, hakkını verebilsin sevdiklerinin; zaman bulabilsin; bir teşekkür, bir elveda için... Yaşam dedikleri bir sınavsa eğer; asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten;ama, herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de fark edebilmeli insan! Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi...


         Köy Dostluğunun
 Böylesi bizim orda bir yiğit vardı omuzları büyük iriceydi.köy içinden geçtiği zaman 85 lik amcamız, dedemiz, dayımız bile ayağa kalkardı.bunun nedeni adamın iri olması değil köylülerce sevilen sayılan biri olmasıydı.adamda sevildiğini bilir karşılığını verirdi.bu yiğidin bir dostu vardı adı uzun Mehmet’ti. Uzun Mehmet’le öyle samimilerdeki dostlukları dudak ısırtacak şekilde idi.bir gün uzun Mehmet kıra gitti.bundan yiğidin haberi yoktu.çünkü Mehmet tarlaya gidince yiğitte geliyor ona yardım ediyor yoruluyordu.Mehmet bunu istemiyordu.bu nedenle bu gidişinde haberdar etmemişti bizim yiğidi.bu sıralarda yiğit kahvede tavla oynuyordu.zarı attımı tavla tahtasına fırlıyordu sanki tahta yerinden.öyle ihtişamlı atıyordu ki zarı insan onu seyretmek istiyordu içten içten.daha sonra tavla berabere bitti.kalktı ki yiğit karşısında soluk soluğa bir çocuk elleri kan revan olmuş ağzı yüzü toprak içinde. Ağam`diyordu çocuk.`ağam yetiş ağam uzun Mehmet kır tarladan gelirken yığılıvermiş yola.kafasını kayaya çarpmış kanlar içinde yatıyor yerde ağam yetiş`. bu arada bizim yiğit o kalın gövdesini havaya atarcasına bir koşuşla kır tarlaya geldi.bir baktı ki can dostu yerde upuzun gövdesiyle yatıyor boydan boya .kanlar başını kapatmış.devamlı kan kaybı var.yiğit bakıyor ki böyle olmayacak omzuna alıyor dostunu.arabanın bile çıkamayacağı yokuşu sırtında ağırlıkla koşarak tırmanıyor.dağın diğer yamacına geçiyor.tabibe yetiştiriyor dostundan öteyi.tabip alıyor odasına mehmedi pansuman yapıyor.ilk yardım yapıyor.hayata dönüyor bizim Mehmetimiz.gözlerini açıyor yeni doğan güneşin verdiği ışığa yeni güne.ilk kelimesi yiğidim nerde diyor can dostum iri omuzlu yiğidim nerde? bu arada yiğidimiz giriyor odaya.konuşuyor dostu ile.Mehmet konuştukça yoruluyor.her bir kelime ona yorgunluk veriyor.dostuna diyor ki yiğidim ben ölürsem kır tarlamı satmasınlar orada sevdiğim kızın mezarı var açmasınlar.dokunmasınlar ona.ve ben öleceğim biliyorum ki beni onun kalbine gömsünler.diyor ve gözlerini karanlık dünyasına açıyor.bunu duyan yiğit elindeki tespihi kırıp karşı duvara fırlatıyor.ve dostunu tabip odasından çıkarıp o kır tarlaya götürüyor.orda bir fidan görüyor yeni dikilmiş.dostunu onun dibine gömüyor ve gerekenleri yapıp ayrılıyor oradan.siz şimdi diyeceksiniz bu yiğit bu çok sevdiği dostuna hiç mi ağlamamış hiç mi üzülmemiş.evet bu yiğit çok üzülmüş ama ağlamamış.bu yiğit dostunu gömüp oradan ayrılınca eve gidip abdest almış ve kendini dostunun yanında açtığı mezara gömmüş.ağlamamasının sebebi de dostundan çok ayrı durmayacağını bilmesiymiş.bu hikayemi okuduğunuz için teşekkür ederim...

 

 




 

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI    
         
 Tarih sahnesinde görüldüğü andan itibaren bağımsızlığı ile tüm dünyaya örnek olmuş yüce Türk ulusunun, vatanının işgal edildiği bir dönemde bu güçlere karşı verdiği onurlu 
mücadeleyi zaferle taçlandırışının bugün 85´inci yıl dönümünükutlamanın coşkusunu yaşıyoruz. Türk ulusunun bağımsızlık düşüncesinin ölümsüz bir anıtı olan bu zafer, Türk ordusunun 
yüksek kudret ve kahramanlığının bir göstergesi olmakla kalmamış ulusal birlik ve beraberliğin ne kadar büyük ve zinde bir güç olduğunu da ortaya koymuştur. Türk ulusunun zayıf zannedildiği dönemde kazanılan bu zafer, Türkiye Cumhuriyeti´nin temel dayanaklarının ne derece sağlam ve sarsılmaz olduğunun en açık ifadesidir. Yokluğun ve teknik imkânsızlıkların kol gezdiği bir dönemde,düşman karşısında dimdik ayakta durma cesaret ve kararlılığı gösteren kahraman Türk ordusunun dokusuyla, bugün Bilgi Çağının gerekleri ile donanarak harp yeteneklerini üst düzeye ulaştırmış Türk Silahlı Kuvvetlerinin dokusu arasında en ufak bir fark yoktur. Bu doku, Türk ulusunun ´doğuştan taşıdığı kabiliyet ve kudret´ ile şekillenen ve Ulu Önder Atatürk´ün İlke ve Devrimleriyle kurulan Türkiye Cumhuriyeti´ni sonsuza kadar yaşatacak dinamik gücün temeli olmaya devam edecektir. Unutulmamalıdır ki, Atatürk Devrimi, demokratik bir niteliğe sahiptir. Padişahlığı ve halifeliği yıkarak yerine ulus egemenliğine dayanan Cumhuriyeti getirmiştir. Atatürk Devrimi, özünü Ulusal Kurtuluş Savaşı´ndan almıştır. Türk Milletinin bu büyük savaşı, hem Anadolu´yu ele geçirmek isteyen dış düşmanlara, hem de bu düşmanlarla iş birliği yapan Padişahlık ve Halifelik düzenine karşı verilmiştir. Bu mücadele dışarıyakarşı bağımsızlığı, içeride de ulusal egemenliği amaçlamıştır. Bilime ve akla dayanan Atatürkçü Düşünce Sisteminin esaslarını kavrayamamış birtakım kötü niyetliler tarafından; Türk ulusunun birlik ve beraberliğini, 
Türkiye Cumhuriyeti´nin laik ve demokratik yapısını bozmak ve çağdaş kazanımlarını ortadan kaldırmak amacıyla yürütülen sinsi planlar ne yazık ki her geçen gün farklı şekillerde ortaya çıkmaktadır. Üzülerek
 ifade ediyorum ki, yaşadığımız günlerde hem ülke içinden hem de ülke dışından Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı yapılan saldırılar artmış bulunmaktadır. Bu saldırıların amacı, Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları 
tarafından çok iyi bilinmektedir. Türkiye Cumhuriyeti´nin üniter yapısını içine sindiremeyen bölücüler ile laik yapısını sistematik bir yaklaşımla aşındırmaya çalışan şer odaklarının yaklaşımlarını, tüm ulusumuz çok açık olarak izlemektedir. Bir hususu, Kurtuluş Savaşı´nın esas kahramanları olan yüce Türk ulusunun bilmesi gerekmektedir. Türk Silahlı Kuvvetlerini, tüm dünyaya örnek olan çelik gibi disiplinini, birlik ve beraberliği ve Atatürk´ün ideolojiden uzak, bilim ve akla dayanan dinamik ve çağdaş Düşünce Sisteminin takipçisi olan personelini, bu tür saldırılar ve ihanetler yıldıramayacaktır. Bu direnç, Türk Silahlı Kuvvetlerinin genlerinde mevcuttur. Türk Silahlı Kuvvetleri bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti´ni koruyup kollama görevini Atatürkçü Düşünce Sisteminin rehberliğinde gerçekleştirirken kararlı duruşundan asla taviz vermeyecektir. Bu bilinçle hareket eden kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına ülkemizi bölmeye çalışan terör örgütü ile vermiş olduğu mücadelede başarılar diliyor, tüm kahraman evlatlarımızı ve onların komutanlarını sevgiyle kucaklıyorum. Unutmayın, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk´ün: ´Cumhuriyeti kuranlar, onu korumaya da muktedir olmalıdırlar.´ özdeyişi daima rehberimiz olacak ve bize güç verecektir. Bu duygu ve düşüncelerle; başta Ulu Önder Atatürk olmak üzere yurdu 
ve ulusu uğruna seve seve canlarını feda eden aziz şehitlerimizi rahmet ve minnetle, kahraman gazilerimizi şükranla anıyorum. 30 Ağustos Zafer Bayramı´nı kutlar; sağlık, mutluluk ve esenlikler dilerim.    




2 MAKALE
  
             İçimizdeki Büyük Yangın


                             Son zamanlarda bazı hain ellerden çıkan kör kurşunlar yaktı yüreğimizi. Halen devam etmekte olan bu nalet terör nedeniyle Anaların gözü gibi baktığı kuzuları birer birer düştü dağların kucağına. Askere giderken kınalanmışlardı zaten ve bu vatan uğruna can vermeyi şeref ve onur bilmişlerdi hepside. Her şehit haberinde içimizde bir yangın alevlendi ve sardı bütün yurdu. Ve bu kınalı kuzuları yüreğimize gömdük her şehidimiz için ayrı birer cennet hazırladık yüreklerimizde ve dualarımızla yâd ettik onları. Biliriz ki bu hainliğin arkasında dost bildiğimiz bazı ikiyüzlülerde vardır ve biliriz ki bu yaptıklarının hesabı er geç sorulacaktır. İçimizde ki bu yangını söndürmek için bu hesabın er geç sorulması ve bir daha böyle yangınla yanmaması için yüreklerimiz mert ve fedakâr olmalıdır. Bu vatan üzerinde oynanan oyunları biran önce fark ederek kendimize gelmeli ve uyanık olmalıyız. Hem öyle buyurmadı mı Rabbimiz (Allah yolunda öldürülenlere öldü demeyiniz çünkü onlar Rableri katında diridirler) diye. Bunu bildiğimiz için ferahladı yüreğimiz ve onları dualarımızla yaşattık. Birbirimizle uğraşmayı bırakmalı ve birlik ve bütünlüğün sağlanması için el ele vermeliyiz. Dini vatanı ve milleti için can veren yiğitlerin yarın huzuru mahşerde bizlerden davacı olmamaları için kendimize çeki düzen vermeliyiz artık. Yoksa vurularak yere düşen her can için o yüce huzurda vebal altında kalacak ve onlara karşı yüzümüz eğik olacaktır her zaman. Bir ölür bin doğarız bu gerçek bütün dünyaca kabullenilmiştir ama bir takım güçlerin ileriye dönük dünya projeleri uğruna yıllarca emek verdiğimiz gençlerimizin hayatlarının baharında sönüp gitmesine ve bu birlik ve bütünlüğün bozulmasına izin vermeyiz. Biz Rabbimizin bize emanet verdiği bu canımızı, yine atalarımızdan bize hediye olan bu vatanda birlik beraberlik ve kardeşlik içinde yaşayarak üzerimizde oynanan oyunlara rağmen asla taviz vermeyerek hainlere haddini bildirerek yeri ve zamanı geldiğinde bu uğurda feda ederiz. Çünkü yere düşen her can içimizde filizlenir ve kök salar semalara doğru uzanır güç verir bize ve inançlarımıza. Hedefimiz ve gayemiz daha berrak ve anlamlıdır artık… Özellikle gençlerimiz! Karanlık bir hayat çerçevesi içinde çırpınmak yerine, buz tutmuş gönül pencerelerinde ki buğuları silerek hakikat güneşini gerçekçi gözlerle görüp bu kutlu sevdadan yudum yudum içmeliler. Çünkü özellikle çocuklarımız ve gençlerimiz bizim her zaman en büyük umut kaynağımızdır. Hepimiz yolcuyuz kalıcı değil, dönüşü olmayan bu yolda mecburi ilerlerken o son durağa vardığımız zaman geriye dönüp baktığımızda bizi gülümseyerek hatırlayan insanlar bırakmaktır önemli olan… Bize bu hayatta umutsuzluk, boş vermişlik,nemelazımcılık yakışmaz. Aksine yaşadığımız her acıdan sonra yine yeniden kendimize ve umutlarımıza tutunarak hem Rabbimize layık bir kul, hem de dini milleti ve vatanı için yaşayan ve onlar için can verecek birer umut yolcusu olmalıyız. Hepimizin bu mutluluğa erecek şanslı kişilerden olmamız temennisiyle 
 


   
 İYİLİK YAPMAK;

Bir insanın bizzat kendisine ve aile bireylerine karşı görevlerini yerine getirmesi bir iyiliktir. Komşusu ile olan ilişkilerinde kırıcı olmaması, ona her konuda yardım elini uzatması bir iyiliktir. Bir yoksulun, bir yetimin yedirilip giydirilmesi ve barındırılması nasıl maddî iyilikse, güler yüz ve tatlı sözle gönüllerinin alınması, sevgi ile başlarının okşanması da bir iyiliktir. Üzgün ve dertli birini teselli etmek, bildiklerini bir başkasına öğretmek, çevremizdekilere doğru yolu göstermek, hasta, yaşlı ve kimsesizleri ziyâret etmek bir iyiliktir. Her konuda çevremizdeki insanların yardımına koşmak; hasta, yaşlı ve sakat kardeşlerimize taşıtlarda yer vermek, elinden tutup yolda karşıdan karşıya geçirmek, bir yolcuya, bir misafire gideceği veya aradığı yeri göstermek iyiliktir. Sokakta, caddede, mahallede, çarşıda, pazarda taşı, çamuru pisliği, dikeni, kısaca insanlara eziyet veren ve tiksinti uyandıran bir şeyi ortadan kaldırmak iyiliktir. Çöpü, süprüntüyü başkalarını rahatsız etmemek için ortada bırakmamak iyiliktir. Yaşlı yahut hasta birinin işlerini görmek iyiliktir. Kısaca Allah ve Resulünün bizden yapılmasını istedikleri, akıl ve vicdanın hoş gördüğü bir şeyi yapmak iyiliktir. Hatta kötülükten sakınmak ve başkalarına kötülük yapmamaya çalışmak da iyiliktir. Bütün bu iyilikler de "sadaka"dır. Bütün bunların ötesinde Allah ve Resulünün emir ve yasaklarının tümünü yaşamak ve bu hükümleri yeryüzünde hakim kılıp uygulamak için uğraşmak iyiliktir. Sayılmakla bitirilemeyecek kadar çok olan iyiliklerin bir yarış havası içinde yapılması her Müslüman’ın görevidir. Herkesin yapabileceği bir iyilik de mutlaka vardır. Hatta, Müslüman, yalnız bu iyilikleri yapmakla kalmamalı, başkalarının da bunları yapmasına yardımcı olmalıdır. Onları iyilik ve yardım konusunda teşvik etmelidir. Çünkü Allah Teâlâ, iyilik yapmak, kötülükten sakındırmak hususunda yardımlaşmamızı emretmiştir. Allah için iyilik yapan, Allah için maddî ve manevî yardımda bulunan kimsenin mükâfatını da şüphesiz Yüce Mevlâ’mız verecektir. iyilik yapmak ve bu konuda yardımlaşmak kadar, kötülükten sakındırmak da Müslümanların görevleri arasındadır kişi gördüğü kötülükleri, ister büyük ister küçük olsun, eliyle düzeltmeye, o fenalığa engel olmaya çalışmalıdır. Bunu yapamayanların kötülük yapanlara nasihat etmeleri, yaptıklarının çirkinliğini anlatmaları, sözle onları kötülükten vazgeçirmeye çalışmaları gerekir. Eğer böyle davranılırsa kötüler ve kötülükler azalır. iyilik yaygınlaşır. Toplum huzur bulur. Aksine davranış kötülüklerin salgın gibi her tarafa yayılmasına, toplumun içten çökmesine sebep olur. 

İnsanlık nedir




İnsanlık nedir ? İnsanlık başkalarının yüzüne dost görünüp arkasından kuyusunu kazmak mı ? Yoksa insanların başarısını kıskanıp ona bazı yollarla daha çok başarılı olmasına engel olmak mı... İnsanlık huzurun olduğu yerde huzursuzluk yaratmak mı ? Haksız yere insanlara iftira atmak ve onları dostlarına küçük düşürmek mi ? İnsanlık düşene birde ben vurayım mı demek yoksa elini uzatım düşeni kaldırmak mıdır ? İnsanlığımızı kaybettiğimiz yerde dostlarımızı, arkadaşlarımızı, hayatımızı kaybetmiş oluyoruz... Ne kadar kabullenmesekte etraftaki insanlara zarar verdiğimizde çevremizdeki dostların teker teker kaybedildiğini görmezden geliyoruz.... Her şey Sadece çok kazanmak hırsından öne çıkıyor... İnsanlara yardım ederek onlara huzurlu bir hayat yaşamasına yardımcı olarak çevredeki dostluk zincirini genişleteceğimiz yere tersini yaparak bu zinciri daraltıp nefes alınmayacak bir hale getiriyoruz... Belki kendimizi değil ama etraftakilerin bundan etkilenmesi ve onlara zarar vermemize neden olabiliyoruz... Şimdi Geçmişe Bakın ve Düşünün Hak Yediğiniz Yerde Duruzaklaştıralım.... 
un ve Yaptığınız Yanlışları Düzeltmeye Çalışın.... Bir Dost kazanmak o kadar kolay değil ama kaybetmek ise 1 saniyelik olay... İnsanlığımızı, dostluklarımızı ve en önemlisi dostlarımız kaybetmeyelim.... İnsan olmak o kadar kolay değil insanlık başka bir şey... aramızdaki insan kılığına girmiş yaratıkları kendimizden ve çevremizden 


1 MAKALE
KÖY ODALARININ BUGÜNKÜ DURUMU ve DERNEK KURMA Köy odaları Köyümüzün kültür merkezidir dedik, Ocak ayında başlar Köyün bütün meseleleri orada çözülürdü.Politikalar orada yapılırdı.Gerektiğinde bir mahkeme, gerektiğinde köy meclisi idi.Geçmişten geleceğe bağlantılar köy odalarında yapılırdı. Köy odaları bugün unutmaya başladığımız sevginin, sohbetin, şakaların, eğlencenin, kısaca insani ilişkilerin geliştiği mekandı. Ama o da kalmadı. Köyün yaşlıları, oda sahibi, öğretmen, imam, köy misafirleri odanın baş misafirleridir. Var mı, kaldı mı, o odalar, o misafirler. Köyün her mahallesinde 5 veya 6 köy odası bulunurdu. Şimdi en az 15 veya 20 oda var. odalar hali vakti yerinde olanlar açık tutardı. Şimdi tutuyor mu?. Bir kış boyunca sobası tüten,çayı hazır olan, yemekler yenilen insanlar kaldı mı. akşam yemeğinden ve ardından kılınan akşam namazından sonra o güzelim sohbetler kaldı mı?. Tabi ki kalmadı. Halk genellikle arasının iyi olduğu odalardan birine giderdi. Şimdi gidiyor mu?. Ardından hedik, kavurga en önemlisi de soğuk kış günlerinde hiç eksik olmayan arabaşı içilirdi. Şimdi yapılıyor mu? Evet bunlar yapılıyor ama sadece kendisi için. Oda sahibinin oğullarından en küçük olanı, kapının ağzında bardaklık adı verilen yerde hazır oturur, isteyene su verir, abdest alacaklara su dökerdi. Şimdi bunları yapıyor mu? Yapmıyor çünkü seni,çevresini,eşini,dostunu,akrabasını tanımıyor. Her şey şahsi menfaatlere bindi. Hoşça birkaç saat geçiren köy ahalisi, ertesi akşam buluşmak üzere dağılırlardı. Şimdi bir araya gelebiliyorlar mı? Geliyorlar tabi ki Ahmet’in,Mehmet’in, Hasanın, Hüseyin’in dedi kodu yapmak için, başka neleri kaldı. Ağır misafir köy odasında ağırlanan ağır misafir, başka yerden gelen hatırlı gönüllü kişiler denilirdi. Şimdi selam almıyor. Bir bardak evimde su içecek diye. Misafir geldiği zaman misafir yatağı açılarak baş köşeye konur, iki tarafına yün yastıklar yerleştirilirdi. Şimdi ise perdenin arkasından bakılıyor niye o misafir gelmesin diye. Köy odasına “Tanrı misafiridir” diye gelen kim olursa olsun ikramda kusur edilmezdi. Karnı doyurulur, yataklar açılır. Hayvanları beslenirdi. Köy odasının taşıdığı anlam, günümüzde yok olmaya başladı. Bireysellik yayıldıkça toplumsal kültürün güzellikleri unutuldu.Unutulmaya da terk edildi. Bizler bu değildik. Büyüklere saygı kalmadı. Küçüklere sevgi kalmadı. Dedi kodu almış başını gidiyor. Yarın ne olacak bakalım. İşte değerli dostlar her köy ve kasabalarda olduğu gibi üstün çaba ve büyük gayretleri ile kurulması düşünülen “Köy Derneği” olayına cani gönülden destek veriyorum. Benim destek verdiğim kadar köyümün bir çok iyi niyetli insanları da bu olaya sıcak baktığını temenni ediyorum. Ama bu insanların çaba ve gayretleri hüzünle biter düşüncesindeyim. Umarım olmaz. Ben yanılırım. Çünkü bu insanların bir beklentisinin ve çıkarlarının olmadığını düşünüyorum. Yarın hemen dedi kodular başlar. Umarım bir kez daha ben yanılırım. Saygılarımla....

 
  Bugün 44803 ziyaretçikişi burdaydı!  
sayfayı nasıl buldunuz
lutefn ankete katılın
cok guzel
.....guzel
..yetersiz
idare eder
yorum yok
Sonuclar

KÖŞE YAZARLARI


A.vahap özkaya
24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN
KÖŞE YAZARLARI


Hüsnü atasever
ÖZ ELEŞTİRİ


Özgür atasever
Hayat Hakkında


ip-numaram.com IP adre

 




 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol